"Enter"a basıp içeriğe geçin

BOZULAN PARA OLSUN (MAL BİZİ BOZMASIN)

-Para bozmuş bu adamı be!

               -Mal ne kadar da değiştirmiş seni!

               -Hep bana hep bana diyerek daha ne kadar yol gideceksin!

               -Dilin ayrı konuşurken “çevirdiklerini” tali yoldan cebine bağlıyorsun!

               –Para da ne ki!” deyip sonra da mor ve mavileri, aynı zamanda sarı ve yeşilleri cukka edenlere benzeme!

               Ah be dostlar aaahhh! Şu dünyada “asla inanmam”, “kesinlikle öyle olamaz”, “mal onu bozamaz”, “yetkisini asla kötüye kullanmaz”, “adamlığını bozduracağına kendisinin olan mal ve para adına ne varsa onlardan vazgeçer, onları bozdurur” dediğimiz kimselerden, bu söylediklerimizin aksini görmek, olanlara şahit olmak bizi adeta, gözüne ışık tutulan tavşanın öylece donakalması haline sokmaktadır. Dilsiz şeytan olmak değil mesele. Mesele yapılanlara rıza gösterme de değil. Mesele yıllardır “kendim gibi bilirim”, “kendimden çok güvenirim” dediğin insanlardan gördüklerimiz ve ne yapacağımızı bilemeyip öylece donup kalmamızdır. Nereden çıktı bu konu derseniz hemen anlatayım. Ama üzülerek ama çok üzülerek:

               Eş dost ziyaretlerini çok severim. Yolum çarşıya düştükçe ziyaretleri ihmal etmem. Bazı dostlarımın muhabbetleri o kadar koyu ve o kadar huzur verir ki anlatamam. Dünyalık, para, mal mülk namına ne varsa onların varlığından uzak konularda yelken açarız muhabbetin derinliklerine doğru. Tadına doyamadığımız o muhabbet ortamlarında öyle şeyler öğreniyoruz ki, hepsi ömrümüze, kişiliğimiz, duygu ve düşüncelerimize birer köşe taşı oluyor. Geçenlerde, tesbih ticareti yapan bir dostumun yanına uğradım. Bir soru sormak için ayak üstü bir selam vereyim dedim. Dedim ama ayak üstü olacak ziyaret, sana oldu postu yere serip muhabbet sofrası. Dini bilgisi de mevcut olan dostum yaptığı ticarette de gayet dikkatli ve kâmil bir esnaf olarak hayatını sürdürmeye çalışan kıymetli birisidir. Bir hadise anlattı. Hadisenin başlangıcı ve bitişi çok enteresan. Hani yukarıda dedik ya bazı kimseler için “onun böyle davrandığına asla inanmam” deriz, işte, tam da burada kilitleniyor hadise. Mesele; dünyalık mal için, ömür verilen ilim yolunda ya da ülkeye hizmet yolundaki makamlara ait inisiyatif kullanmaların suistimali, nefsin emrine girilmesi ve devam eden süreçte de vazgeçilmeyecek, yerleşen bir alışkanlık olarak karşımızda durması meselesiydi. Bununla birlikte o kişi için söylenen “mal, onu bozdu” ifadesinin, yargısının hüzün vericiliğidir.

               Bazen bakıyorsunuz herhangi bir kurumun/kuruluşun/yapılanmanın içerisinde etkin olan ve kontrol mekanizmasını elinde bulunduran kimseler, akıl almayacak işlere kalkışıyorlar. Okusun okumasın, ilim almış olsun olmasın, yaşlı olsun genç olsun, kadın olsun erkek olsun fark etmiyor. Maalesef inandığı gibi yaşamayan insanlar, çoğunlukta yaşadığı gibi inanmaya başlıyorlar. Bu bozulmanın temelinde de “mal-para” ikilisinin sevgisi, esaret ağları bulunmaktadır. Öyle bir yontma hali ortaya çıkıyor ki bazen inanmakta çok güçlük çekiyoruz. Bazı kimseler kanunları da dini hükümleri de kullandığımız dilin esnekliğini de hep kendine doğru yontuyorlar. Yontmakla da kalmıyor sonra da cilalıyorlar. Halbuki yontmaları ve cilalamaları bizler tarafından kapkara bir şekilde görülüyor ama onlar bunu anlayamıyorlar.

               Yapmayın kardeşim yapmayın. Kimin nesi olursanız olun ama yapmayın. Size güvenmiş, size itibar ederek eminliğinizden yola çıkarak size emanet edilmiş ne varsa onlara gerçekten emanetçi olalım. Hele ki bir “davaya” inanmış ve o uğurda ömür harcadığımızı da söylüyorsak lütfen “dava adamı” olalım. Paranın, malın, karşı cinsin ya da dünyalık sevda çekiciliği olan ne varsa karşı koyamama bahanesine fırsat vermeyelim.

               Daha önce de bahsettiğim, kaleme aldığım bir sözü hatırlatarak satırlarımı nihayetlendireceğim. Alim, alleme, muhaddis, müfessir, zahid, abid ve zamanının ilim menbalarından biri olan Abdullah El Herari Hoca Efendi bir sözü şöyledir:

– “Allâh bir insana imanı kısmet etmiş lakin onun dışında hiçbir şeyi vermemişse üzülmesin. Çünkü Allâh onu hiçbir şeyden mahrum etmemiştir. Ama Allâh bir insana da  imanı kısmet etmemiş ve onun dışında da her ne varsa dünyalık adına, onları vermişse bile, sanki ona hiçbir şeyi nasip etmemiştir.”

Yani dostlarım, tarih sahnesindeki yerimiz Firavunlarla, Nemrutlarla, Karunlarla birlikte anılacak yerler olmasın. Uveys El Karani, Bilal Habeşi, Selmanı Farisi, Ahmed Er Rufai gibi ilim ve takva ehli kimselerle buluşacak bir yere kavuşma isteğinde olalım. Bunun için çalışalım. Kanunlardaki, dilin yapısındaki esneklik ya da açıklardan faydalanarak kalbini ve ömrünü nasırlaştırmayalım. Haram üstüne haram eklenirse onulmaz/çare olmaz sona doğru gidiş gerçekleşir. Yani akıntıya doğu kürek çekmiş oluruz. Rabbim bizleri kanun açıklarından faydalanıp kendine yontanlardan ve dini hükümleri de kendi nefsine kullananlardan, dildeki elastiki yapıyı da para-mal ikilisine amade edenler olmaktan korusun. Çünkü “ölüm var, hesap var.” Hayatta neyimiz, hangi malımız ve eşyamız bozulursa bozulsun. Yeter ki bizim adamlığımız bozulmasın. Bozulan mallarımız ve paramız olsun, biz olmayalım.

               Kalın sağlıcakla…

Gökmen CAN

Eğitimci Sosyolog

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir