Günlük konuşmamızda kaç kelime ile yol alıyoruz? Bildiğimiz kelimelerin ne kadarını kullanarak yol alıyoruz? Bildiğimiz kelimeleri kullanabiliyor muyuz? Bildiğimiz kelimelerin ifade aktörü olan dilimizi nasıl kullanıyoruz?
Biliyorum, farklı sorular ama hangisinden başlarsak başlayalım neticede anlatacaklarıma, hissiyatıma tercüman olacak şeyler olduğunu biliyorum. “Dertli söylegen olduğu için” nereden ve hangi noktadan dertlerini ve düşüncelerini anlatmak için hareket ederse etsin, her halükârda anlatacağı şeyin yolunu bulur.
Hiciv ve yazarlık alanında itibar ettiğim İsmail ağabeyimle bizim mekânda karşılaştık. Mekân derken çoğu hafta sonu uğramaktan zevk aldığım sahaf Mehmet’in yerinde. Konu zaten belli; çünkü içinde bulunduğumuz süreç hepimizin malumu. Yalnız herkesin bu durumu değerlendirmesi, anlamlandırması, taraftarı olma şekli farklıdır. Biz özellikle kullanılan “dilin”, aslında kullanılamayan “dilin” şikayetçileri olarak dertleştik biraz. İsmail ağabeyim “yetmişleri, seksenleri hatırlar mısın” dedi. Seksen ihtilalini ve sürecini hatırladığımı söyledim. Her mahallede, her sokakta, her caddede, hemen hemen her duvarda görülen yazıları hatırlayıp hatırlamadığımı sordu. Tabii ki de hatırlıyorum. Sanki insanlar konuşmayı bilmiyormuşçasına duvarları aracı olarak kullanıyorlardı. Yalnız dönemin siyasi konjonktürü neticesinde “konuşmak” yasaktı. Bu olayı halkımız o kadar içselleştirip hayatına yansıtmıştı ki;
*Siyasi görüşlerini,
*İlanı aşklarını,
*Hesaplaşma niyetlerini,
*Hayatını açıklayan deyim veya sözleri,
*İçindeki var olan şeylerini hep duvarlara yazarlardı.
Yani “dil” susar yazı konuşurdu. Bazen şaşırırdık. Çünkü iki kelimeden oluşan bir cümle müthiş bir anlam ifade edebiliyordu. Arabesk hayatlar çıktı ortaya sonradan. Siyaset kurumu da bu arabesklikten nasibini aldı. İradi olarak söylem ve eylem yerine hep kumandalı davranışların içine girildi. Yani hülasası “konuşulmadan/konuşulmasına müsaade edilmeden” duvarlar kullanılarak yol alındı. Geldik 2023 yılına.
Aradan yaklaşık elli yıl (1970-2023) geçmiş ve biz hala elli yıl önce en çok şikâyet ettiğimiz/edilen konudan yine şikâyet ediyoruz. “Dili” kullanamama veya kullanmamadan dert yanıyoruz. Bugün İsmail ağabeyim “yüz altmış karakterli ifadelerle” varlığımızı ortaya koyuyoruz. Birilerine laf çakıp sonra da paylaşımını yorumlara kapayarak karşımızdakiyle iletişimi keserek tek taraflı yaşıyoruz. Tahammülsüz bir yaşamda daha ne kadar yol alabileceğiz? Yüz yüze neden konuşamıyoruz? Konuşuyoruz ama neden “dilimizi” güzel kullanmıyoruz? Dilimizi neden yalanlara/seviyesizliğe mahkûm ediyoruz? Neden önyargıların acımasızlığını yüksek sesle ortaya çıkartıyoruz? Dilimiz yetmezmiş gibi elimizi de ayaklarımızı da bu ara bozuculuğa alet ediyoruz?
Geçen gün trafik ışıklarında bekliyordum. Sakallı biriyim. Yan tarafıma motosikletli iki hanım abla geldiler. Yaşça benden büyükler. Eminim buna. Sakallı olduğumu görünce hemen yüksek sesle yaftalamaya başladılar. Öyle cümleler kullandılar ki… Ne cahilliğim kaldı ne yobazlığım ne de akılsızlığım. İnanın dondum kaldım. Karşımdaki belki erkek olsaydı farklı şeyler de olabilirdi ama işte, karşımdakiler bayandı. Onlar adına çok üzüldüm. Yaş yaşamışlar ama sadece yılları boşa geçmiş diye üzüldüm.
Sosyal medya mecralarında, aman Allâh’ım, resmen kanlı bıçaklı düşmanlar gibi konuşmalar ve iftira derecesinde şeylere rastlıyoruz. Abi biz insanız. Bizler aynı tornadan çıkmış birer meta değiliz. Ruhu olan/dili/duygusu/düşüncesi/beğenisi ve tersi şeylerin sahibi olan bir varlığız. Kabul görmeyi istemek kabul edebilmeyi de peşinde getirir. Yani sen her türlü düşünce ve duygularını dile getireceksin, söyleyip kendince rahatlayacaksın ama laf ettiğin kimselerin sana karşı cümlelerini duymak istemeyeceksin ve adeta çamura yatacaksın. Yok, öyle üç kuruşa beş köfte olmaz canlar. Biz insanız ve toplum içinde yaşıyoruz. Duygu ve düşüncelerimizi en güzel anlatma yolunun “yüz yüze” olması gerektiğini bilmeliyiz. Yüz yüze olmadığımız sosyal medya mecralarındaki dilimizi de “terbiye” dünyasının farkındalığı çerçevesinde kullanmalıyız. Dalga geçmek, küçük görmek, ötekileştirmek, beddua etmek, yalanları peş peşe sıralayarak iftira atmak “görüş/duygu/düşünce bildirme” şekli değildir, olamaz da.
Sevgili dostlar, ele aldığımız süreci bilen insanların, onlarca yıl sonrası aynı konuda; ülkemde “değişen bir şey olmamış/olmadı gibi” dediklerini duyar gibiyim. Yani teknoloji ilerledi, iletişim alanları genişledi ama maalesef toplumumuzda “dilimizi” kullanma şeklimiz ve duygularımızı/düşüncelerimizi ifadede katı taassupluğumuz sanki aynı kalmış. Sanki “benden/bizden olmayanlara yaşama hakkı olmaz” felsefesinin yorulmaz savunuculuğu hâkim. Keşke tam tersi şeylerin, güzelliklerin tesisi için kullanılsa eforlarımız. “Dilimizle” anlaşıp, “dilimizle” anlatıp, “dilimizle” uzlaşabileceğimizi unutmayarak kendimizi geliştirmeye devam ettirmeliyiz.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog
Emeğinize sağlık
Çok teşekkür ederim Başkanım. Sevgi ve hürmetlerimle…
ellerinize sağlık hocam yine ne kadar güzel bir konuyu kaleme almışınız 🌹
Allah razı olsun kardeşim çok teşekkür ederim.
Elinize kaleminize sağlık tebrik ediyorum
Teşekkür ediyorum.
Elinize kaleminize sağlık tebrik ediyorum
Dilinize sağlık çok teşekkür ediyorum.
👏🏼👏🏼👏🏼
Teşekkür ederim kıymetli Başkanım